Tarihçe

Nükleer Tıp, Türkiye’de ilk kez 1950’lerin başında İstanbul’da Prof. Dr. Suphi Artunkal’ın kişisel çabaları çerçevesinde gündeme gelmiştir. 1953 yılında Dr. Artunkal ve arkadaşları, Haseki Tedavi Kliniğinde kurdukları Radyoizotop Labaratuvarında hipertiroidi tedavisinde radyoaktif iyot (I-131) kullanmışlardır. Ülkemizde radyoizotopların tıp alanında kullanımının ilk uygulaması olan bu radyonüklid tedaviden alınan olumlu sonuç, Türkiye’de nükleer tıbbın kurulması ve gelişmesinde bir dönüm noktası olmuştur. Takip eden yıllarda Ankara ve İstanbul’da nükleer tıp alanındaki uygulamaların yaygınlaşmasına ve kurumsallaşmasına zemin hazırlayan gelişmeler olmuştur. 1961 yılında Çekmece Nükleer Eğitim ve Araştırma Merkezinin açılması ile ülkemizde radyoizotop üretimine başlanmış ve Türkiye günümüzde de Nükleer Tıp’da yaygın olarak kullanılan teknesyum izotopunu Avrupa’da ilk kez kullanan ülkeler arasında yer almıştır. 1962 yılında Prof. Dr. Fevzi Renda ve meslektaşları tarafından Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) katkılarıyla Ankara Üniversitesi kampüsü içinde kurulan Radyobiyoloji Enstitüsü de nükleer tıbbın gelişiminde önemli rol oynamıştır. IAEA’nın desteği ile kuyu-tipi sayaçlar, çift problu eksternal sayım ünitesi, ve doğrusal tarayıcıları içeren ekipmanlar ile donatılan bu enstitü ABD ve Avrupa’dan gerçekleştirilen bilimsel ziyaretler yoluylaTürkiye’de Nükleer Tıp eğitiminde önemli bir rol oynamıştır. Radyoiyod uptake, tiroit sintigrafisi, Rose-Bengal I-131 ve koloidal Au-198 ile yapılan karaciğer sintigrafisi, I-131 IHSA ile beyin perfüzyon sintigrafisi çalışmaları ve Hg-203 Klormerodrin ile yapılan böbrek sintigrafileri, bu enstitüde uygulanan ilk nükleer tıp tanı yöntemleridir. 1965 yılında, daha sonra kurulacak olan Nükleer Tıp Enstitüsü’nün temelini oluşturan İstanbul Üniversitesi Radyoizotop Laboratuarı’na ilk rektilineer tarama cihazı alınmıştır. 1962 yılında wet-lab yöntemleri ve sintigrafiler; 1965 yılında color-dot tarama, dinamik çalışmalar (kan akışı – renogram) ve 1967 yılında analog sintilasyon kamerası ve dinamik sintigrafik çalışmalar başlamıştır.

Türkiye’de ilk olarak, Prof. Dr. İrfan Urgancıoğlu, Prof. Dr. Ali Tan Işıtman, Prof. Dr. Tarık Kapucuoğlu, Prof. Dr. Vensan Seyahi, Prof. Dr. Coşkun Bekdik ve meslektaşlarınca uygulaması başlatılan Nükleer Tıp uygulamaları bu değerli öğretim üyelerinin çok önemli katkıları sayesinde gelişimine devam etmiştir. Uzun yıllar boyunca bu Enstitüler, Nükleer Tıp alanındaki faaliyetlerin odak noktası olmuş; burada yetişen hekimler, fizikçiler ve teknisyenler söz konusu alanının gelişiminde ve ülkemizde yaygınlaşmasında tarihsel bir rol oynamışlardır. 1974 yılında Sağlık Bakanlığı’nın da onayı ile Nükleer Tıp ülkemizde bağımsız bir uzmanlık dalı olmuş ve Nükleer Tıp bölümleri kurulmaya başlanmıştır. 1975 yılında kurulan Türkiye Nükleer Tıp Derneği ilk ulusal kongresini “I. Ulusal Nükleer Tıp ve Biyolojik Bilimler Kongresi” adı altında Prof Dr İrfan Urgancıoğlu’nun başkanlığında 26-28 Ekim 1981 yılında İstanbul’da yapmıştır.

Kronolojik olarak bakıldığında ilk uygulamaların başladığı yıllardan günümüze kadar geçen sürede Nükleer Tıp ülkemizde uluslararası gelişmelere ve standartlara paralel hızlı bir gelişme göstermiş ve günümüzde birçok hastalığın tanı ve tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir tıp alanı haline gelmiştir. İstatistiklere bakıldığında ülkemizdeki Nükleer Tıp uygulamaları sayı, nitelik ve yaygınlık olarak Avrupa sıralamasında üst sıralarda yer almakda, ülkemiz Avrupa Nükleer Tıp Birliği (EANM) kongrelerine en fazla araştırma desteği sağlayan ülkeler arasında yer almaktadır. Nükleer Tıp alanında ülkemizde yapılan uluslararası yayınların sayısı da 1990’lardan itibaren doğrusal bir artış göstermektedir.